EyRabbimiz! Bize ihsan ettiğin hidayetten sonra kalblerimizi haktan saptırma, bize kendi katından rahmet ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen bol ihsan sahibisin. Ya rabbena bizleri hidayetine irdirdikten sonra kalblerimizi yamıltma da ledünnünden bize bir rahmet ihsan eyle, şüphesiz sensin bütün dilekleri veren vehhab sen.
Buayet, Kur'an'ın, insanın doğrudan yaradılmasına işaret eden ayetlerinden biridir. Bilim adamları Darwin'den beri bu kavram hakkında şüpheler beslemiş ve onu, bilimsel olmadığı gerekçesiyle reddetmişlerdir. Fakat onların, isterse bir insan değil de ilk hayvan türlerine ait olsun, ilk tohumun doğrudan yaradılışı
İsimlendirilmesi Ayetlerin Sayısı ve Nüzul Sebebi. Haşr Suresi adını 2. ayetteki "Haşr" kelimesinden almıştır. Bu ayette İslam düşmanı ve anlaşmaları bozan Ben-i Nadir (Nadir oğulları) Yahudilerinin sürgün edilişinden bahsedilmektedir. Dolayısıyla bu surenin diğer ismi de Ben-i Nadir Suresi'dir.
BakaraSüresi 8. Ayet Tefsiri. 8: İnsanlardan bir grup da vardır ki, gerçekte mü’min olmadıkları halde “Allah’a ve âhiret gününe iman ettik” derler. Münafıklar, inanmadıkları halde başkalarını kandırmak ve alay etmek gayesiyle sadece dilleriyle inandıklarını söyleyen iki yüzlü kimselerdir.
Kur'an-ı Kerim / Ayet - Tefsir: 1: 1K: 13 Ağu 2019: Video Ibrahim El-ahdar ''yasin Suresi'' Kur'an-ı Kerim Kayıtları (Quran Recitations) 0: 1K: 27 Nis 2017: Internet Üzerinden Canlı Yayında Tefsir Dersleri-bakara Suresi 9-10. Ayetler (yasin Karataş Hoca) Meal ve Tefsir: 0: 2K: 22 Ara 2015: E: Video Yasin Suresi Ezberleme As Sudaisle
cash. YORUM AHMET KURUCAN Uzun bir başlık ama her biri Allah’ın muradını doğru anlamada çok büyük öneme sahip kavramlar. Herkesin malumudur, ülkemiz insanı da dahil olmak üzere İslam dünyasının en büyük problemlerinden birisi insanlarımızın din söz konusu olduğunda “allame” kesilmeleridir. Bunu bütün bütün engellemenin hem mümkün hem de doğru olduğuna inanmıyorum. Bununla beraber bir sınırının olması gerektiği de izahtan vareste. Dini alanda bazı şeyler vardır ki hemen herkesin bildiği, gündelik hayatta çok sık karşılaşılan veya tekrarlanan ameller cümlesindendir. Böylesi bir konuda ilmihal seviyesinde bile olsa sahih bir temele oturan bilgileriyle bir insanın konuşmasını, bildiğini bir sohbet ortamında aktarmasını, sorulduğunda konunun uzmanı olmadığının bilincinde olarak cevap vermesini çok normal karşılarım. Ama konu gerçekten uzmanlık isteyen bir şey ise işte insan orada durmasını bilmelidir. Zira sınır aşılırsa Allah muhafaza insan farkında olmayarak kendini Allah adına ahkam kesen bir yerde bulabilir. Onun için başlıkta zikrettiğim ayetlerin mana, nüzul sebebi, metin içi ve metinler arası münasebet, bağlam ve mesaj Allah’ın ne dediğini ve ne demek istediğini anlamak için oldukça önemli kavramlardır. Okumakta olduğunuz yazı, özellikle ayetler hakkında konuşurken Kur’an bilgimizin seviyesini göstermede bir ayna olması ve dikkatli olmamız gerektiğine dair bir uyarı amacıyla kaleme alınmıştır. Bunun için kısa tarifler, açıklamalar ve örneklerle sözünü ettiğimiz kavramları anlatmaya çalışacağız. Eğer yazı bu sonucu hasıl ederse amacına ulaşmış demektir; etmediği ise meramımızı net bir şekilde anlatamadığımızdan dolayı hata bizdedir. Mana’dan başlayalım. Mana, ayetin ilk okunduğunda zihinde çağrıştırdığı literal/zahiri manadır. Kur’an’ın dili olan Arapçayı bilmek burada hayati bir ehemmiyete sahiptir. İmam-hatip düzeyindeki bir Arapça bilgisinden bahsetmiyorum. Ayette geçen kelimelerin anlam çeşitliliğine, gramer bilgisine vakıf olacak ölçüde bir Arapça bilgisi şart. Yoksa ayeti doğru anlamanın ilk adımında çok büyük yanlışlıklara düşmek mümkündür. Bu ölçüde dile vukufiyet ve özellikle nüzul dönemi Arap toplumunun sosyal hayat yapısını bilmek de gerekir. Zira Kur’an ile nüzul toplumu arasında diyalektik bir ilişki vardır ve bu ilişkinin somut verileri sözünü ettiğimiz dil ile Kur’an’da kendisine yer bulmuştur. Zihar, lian vb. belki bugün Arap toplumlarında bile karşılığı olmayan nice uygulamalar akla gelen ilk örneklerdendir. Bırakın Arapça bilmeyi ellerindeki mealler ile ahkam kesenlerin, Allah adına konuşanların kulakları çınlasın! Nüzül sebebi ayetin inmesine vesile teşkil eden hadisedir. Bu açıdan nüzul sebeplerini bildiğimiz ayetleri yukarıda ifade ettiğimiz Allah ile nüzul toplumu arasında cereyan eden diyalektik ilişkinin sonucu olarak değerlendirebiliriz. Dolayısıyla ayetleri doğru anlamanın ikinci adımı sahih bilgi temeline dayalı olmak şartıyla ayetlerin nüzul sebeplerini bilmektir. Şu unutulmamalı, daha önce yaşayan peygamberlerin kıssaları dahil Kur’an’daki ayetlerin hemen hepsi hayatın tabii akışı içinde karşılaşılan somut hadiseler üzerine inmiş, bazısında açık ve net “yap” ya da “yapma” şeklinde emirler ve yasaklar verilirken bazılarında Müslümanların yüz yüze ve karşı karşıya olduğu sorunlarla alakalı mesajlar verilmiştir. Her iki hususla alakalı birer örnek vereceğim. Meşhur vakıadır, İstanbul’un fethi esnasında bir sahabi, canını koruma adına güvenlik önlemi almaksızın düşmana saldıran bir arkadaşını görünce onu bu davranışından vaz geçirmek ister ve “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayetini okur. Askerî açıdan baktığında doğru bir uyarı ve bu uyarıyı Kur’an ayeti ile temellendiriyor diyebilirsiniz. Ama nüzul sebebinden kopuk ve bağımsız olarak ele alınan bu cümle Allah’ın muradını yansıtmıyor. Bunu bu hadiseye şahit olan Ebu Eyyup el-Ensari’den dinleyelim. “Ey mü’minler! Yanlış anlaşılmasın! Bu ayet, biz Ensar hakkında nazil oldu. İslam ve Müslümanlar Medine’de güçlenince biz Hz. Peygamber’e “artık mallarımızın başına geçsek, onları nemalandırsak” dedik. Bunun üzerine Allah “Allah yolunda infak ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” 2/195 ayetini gönderdi.” Görüldüğü gibi Allah’ın “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” beyanındaki uyarısı, muradı, maksadı Müslümanların bağ ve bahçe gibi dünyevi işlerle fazlaca meşgul olup, din yolunda kendilerinden beklenen mücadeleyi terk ve ihmal etmeleridir. Şunu demek istiyorum; o sahabinin hiçbir güvenlik önlemi almadan ölesiye düşmana saldırması karşısında uyarı yapması gayet makul ve yerinde ama bu uyarıyı söz konusu ayetle temellendirmeye çalışmak doğru değil. İkincisi, hicret öncesi 13 yıllık Mekke hayatında maruz kalınan zulümler, işkenceler, sürgünler olduğunda daha önceki ümmetlerin de imanları uğruna benzer zulüm, işkence ve sürgünlere maruz kaldığının anlatılması ayetin doğru anlaşılmasında nüzul sebebinin önemini belirten bir örnek olarak sunulabilir. “Ey inananlar! Yoksa siz, sizden önceki müminlerin çektiklerine benzer sıkıntılar çekmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihayet peygamber ve beraberindeki müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” diye feryat etmişlerdi. Öyleyse siz de sabredin ve şunu iyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” Bakara, 2/214 Burada Allah müminlere karşılaşmış oldukları sıkıntılara katlanmaları için bunun tabii olduğunu, daha önceki ümmetlerin de başına geldiğini bildiriyor. İmanları uğrunda bu sıkıntılara katlanmaları gerektiği mesajını veriyor. Yoksa bazı oryantalistlerin ifade ettiği gibi mitolojik bir efsaneden, hikâyeden, masaldan bahsetmiyor. Metin içi münasebet kısa veya uzun hiç fark etmiyor, kendi içinde anlam bütünlüğü taşıyan bir ayetin sadece bir kesitini alıp diğer kesitlerini devre dışı bırakmaktır. İtiraf edeyim kendi vaizliğim yıllarında da çok yaptığım ve hala daha çokları tarafından defalarca yapılan bir hatadır bu. Yukarıda nüzul sebebi yönüyle ele aldığımız “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayeti bu açıdan da örnek verilebilir. Ebu Eyyup uyarıları ile biliyoruz ki o ayet Müslümanlar Medine’de rahata erince Efendimiz’den mallarının, bağ ve bahçelerinin başına geçmek istemeleri üzerine nazil olmuştu. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi “Ey müminler! Malınızdan-mülkünüzden Allah yolunda harcayın. Bu yolda malınızı harcamaktan kaçınıp da kendi kendinizi tehlikeye atmayın. Allah’ın emirlerini ihlas ve samimiyetle yerine getirin. Çünkü Allah iman ve ibadette ihlaslı olanları sever.” 2/195 Konu ile alakalı bir başka misal “Ben de sizin gibi bir insanım, yalnız bana vahyolunuyor.” 41/5 Hz. Peygamberin bir beşer/insan ama aynı zamanda Allah’tan vahy alan bir Peygamber olduğunu beyan sadedinde dile getirilen bir ayettir bu ve zannediyorum şu ana yüzlerce-binlerce defa duymuşuzdur bunu din adamlarından. Ama şu sorular genelde ya sorulmaz ya da cevapsız kalır; ayet bu kadar mı? Devamı var mı? Varsa ne denilmektedir? Bana vahy olunuyor dediğini göre ne vahy edildiğine dair bir şey söylenmekte midir?” Bu sorular cevaplanmayınca bağlamından kopuk olarak ele alınan ve alındığı kadarıyla da anlam bütünlüğüne sahip olan bu cümle İslam dışı diyebileceğimiz uygulamalara da mesned teşkil edebiliyor. Mesela, bazı tarikatlarda şeyhin, Peygamberin vekili olduğu, dolayısıyla peygambere nasıl vahy olunuyorsa şeyh’e de ilham olunduğu bu ayetle temellendirilmeye çalışılıyor. İlham’ın hakikatina inanmıyor değilim ama Peygamber ve vahy ilişkisinin peygamber varisi, şeyh ve ilham üçgeni içinde ele alınmasını doğru bulmuyorum. Halbuki bu ayet Mekke’de Efendimizin müşriklere karşı verdiği tevhid mücadelesi zamanında inmiştir. Mekke müşriklerinin Kur’an’dan yüz çevirmesi, hatta açıkça kalplerimiz kapalı, kulaklarımızda ağırlık ve seninle bizi davet ettiğin şey arasında perdeler var” dedikleri bir zamanda inmiş ve ben de sizin gibi bir insanım dedikten sonra inen vahyin mahiyeti anlatılmıştır. Ayetin tam manası şöyle “Ey Peygamber! Onlara de ki “Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana gerçek ilahinizin, tek bir ilah olduğu vahy ediliyor. Şu halde, dosdoğru O’na yönelin, sapmadan O’nun yolunda yürüyün ve günahlarınız için O’ndan bağışlanma dileyin.” O’na şirk koşanların vay haline! Metinler arası münasabet, bağlam ve mesajı da bir sonraki yazıda kaleme alalım. Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
YORUM AHMET KURUCANİki haftalık aradan sonra ayetlerin manası nüzul sebebi metin içi ve metinler arası münasebeti, bağlamı ve mesajı başlıklı yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. Yayınlanan yazımda bu kavramların hepsinin Allah’ın maksadını doğru anlamada çok büyük öneme sahip olduğunu söylemiş, ilk üçü üzerinde kısaca durmuş ve metinler arası münasebete arası münasebet; savaş esirlerine davranış tarzı ile alakalı Kur’an’da iki tane ayet vardır. İlki Enfal suresinde. Şöyle diyor Allah “Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip, ezici bir üstünlük sağlayıp hakim hale gelmedikçe, hiçbir peygambere esir alması ve esirleri fidye karşılığı serbest bırakması yakışık almaz. Ey müminler. Siz belli ki fidye ve ganimet gibi gelip geçici dünya menfaatlerini istiyorsunuz. Halbuki Allah ahiretteki mükâfata nail olmanızı ve bu mükâfat için çalışmanızı istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 8/67İkinci ayet ise Muhammed suresinde. Orada da şöyle buyuruyor Allah “O kafirler/müşriklerle savaşta karşı karşıya geldiğinizde onları ezip geçin. Size karşı direnme güçlerini tamamen kırıp onları etkisiz hale getirdiğinizde sağ kalanları esir alın. Daha sonra onları ister karşılıksız ister fidye karşılığında serbest bırakabilirsiniz. Böyle yapın ki onların bir daha sizinle savaşacak hal ve mecalleri kalmasın. Evet, yapılması gereken budur. Gerçi Allah dileseydi onları savaşsız da cezalandırırdı. Fakat O, birbirinizle savaşmanızı takdir ederek sizi sınamak böylece hem sizin samimiyet ve sadakatinizi hem de gücünüz karşısında müşrikleri hor ve hakir hale düşmesini gözler önüne sermek istedi. Allah kendi yolunda savaşanların gayretlerini asla boşa çıkarmayacaktır.” 47/4–5Ne görüyorsunuz bu iki ayet arasında? Net konuşalım, savaş esirlerine davranış şekli, muamele tarzı adına birbiri ile çelişen iki ayrı beyan, iki ayrı hüküm? İlkinde yeryüzünde hâkim hale gelinceye kadar esir almanız ve fidye karşılığı salmanız yakışmaz; ikincisinde aynı amaç adına esir alın, isterseniz fidye karşılığı salıverin. Allah’ın kendi beyanında kendisi ile çelişmesi söz konusu olmayacağına göre, bu durum nasıl izah edilebilir?Ayeti nazil olmuş olduğu tarihi zeminden kopartıp literal bir okuma yaparsanız bu çelişkiyi izah edemezsiniz. Ama ilk ayetin Bedir, ikinci ayetin Hayber sonrası siyasi, askeri, dini, ekonomik arka plan şartlarının birbirinden farklı olduğu zamanlarda nazil olduğunu, mitolojik değil tarihsel ve toplumsal bir gerçekliğe çözüm olarak beyanda bulunduğunu, esirlere yönelik her iki muamele tarzının devrin cari uygulamaları ile kesiştiğini, hatta ikinci ayette esirleri öldürme seçeneğinin kaldırıldığını öğrenince meselenin çelişki değil, birbirini tamamlayan hatta esirlere muamele tarzında daha insanı adımlar atıldığını görebilirsiniz. Bunun için yapılacak şey yukarıda örneğini ve kısa açıklamasını gördüğümüz gibi ayetlerin ilk muhataplarına nazil olduğu o tarihi zeminde ne dediğini anlamaktan geçer. Çok defa ifade ettiğim gibi eğer ayetleri -sadece ayetleri de değil hadisleri de, İslam alimlerinin hukuki görüşlerini de hatta sıradan insanların herhangi bir meselede söylediği sözleri de- söylendiği tarihi zeminden kopartırsanız, o sözlere her türlü anlamı yükleyebilir, o anlam üzerinden her türlü yorumu yapabilirsiniz. Ama unutmamalı, bu defa konuşan siz olursunuz, Allah, Hz. Peygamber veya o söz sahibi misal, daha önce bu sayfalarda yayınlanan cihat yazılarımda ifade ettiğim bir gerçek. Kur’an’daki cihat, kıtal, katl, harb ile alakalı ayetleri nazil olduğu tarihi zeminden kopartıp mutlak bir metin olarak değerlendiren bazı ulema, seyf/kılıç ayeti diye adlandırılan Tevbe süresi 5. ayeti ile gayri müslimlerle Müslümanların tabii haklara, din ve ifade özgürlüğüne sahip eşit bireyler olarak birlikte yaşamalarını ifade eden bütün ayetlerin nesh olduğunu, hükmünün ortadan kaldırıldığını söylüyor. O yazılarda 5’li bir tasniften bahsetmiştim. İsteyenler tekrar bakabilir. Allah rahmet eylesin Suriye’li büyük alim Said Ramazan el-Buti’de aynı çerçevede 4’lu bir tasniften söz eder. Ona göre gayri müslimlerle savaşmada 4 dönem olmuştur. İlki, Mekke’nin ilk yıllarında gizli davet. İkincisi, yine Mekke’de savaşsız açık davet. Üçüncüsü, Medine’nin ikinci yılından Hudeybiye’ye kadar savaşlı açık davet. Dördüncüsü; iman etmeleri için savaş. Delil Müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Ve emsali görüyorsunuz yukarıdaki iki tasnifte? Bir; savaş tek boyutlu olarak ele alınmış. O boyut ise sadece din ve dine davet. İkincisi, “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün” ayeti ile diğer ayetlerin hükmü ortadan kaldırılmış. Üç, dört, beş daha birçok yorumu sıralayabilirsiniz. Sıralayacağınız bu hususlar yukarıda zikrettiğimiz müslümanlarla gayri Müslimlerin birlikte yaşamaları için zemin oluşturan, özgürlük, adalet, eşitlik vb. temalarına vurgu yapan yüzlerce ayettir. Dolayısıyla seyf/kılıç ayeti eğer bu ayetlerin tümünün hükmünü ortadan kaldırmışsa birbirine zıt iki ayrı anlamlar içeren ayetlerle karşı karşıyayız aşacağız bunu? Esir ayetlerinde dediğim gibi ayetlerin nüzul toplumu şartlarında ilk muhataplarına ne dediğini anlamakla işe başlayacağız. Nitekim alimlerimiz daha çok erken dönemlerden itibaren bunun farkında olduğu için söz konusu karışıklığı aşabilmek adına birçok usul geliştirmişlerdir. Anlam yöntemi diyebileceğimiz usul/metodoloji ilminde ortaya koydukları umum-husus, mutlak-mukayyed, mücmel-mufassal, hakikat-mecaz, muhkem-müteşabih, te’vil, tehir, nesh, istihsan, maslahat ve daha nice kavram evvelemirde bu zihni karışıklığı ve çelişki gibi gözüken hususları sonlandırabilmek, Allah’ın maksadını daha iyi anlayabilmek ve uygulayabilmek için üretilmiş metodlardır. Hatta ulemamız bu metodların ayetlere tatbikinde öyle noktalara varmıştır ki bazen nasslar maslahatlar karşısında tahsis dahi edilir demişler ve hükmü de ona göre vermişlerdir. Belki bir başka yazı dizisinin konusu olan bu hususu şimdilik bir kenara bırakalım ama yeri gelmişken Şelebi’den bir iktibasta bulunayım. Şelebi Ta’lilu’l Ahkam’ında özellikle Hanefilerin nassları maslahatlara binaen tahsis etmelerinin şer’i naslara, ayetlere, hadislere muhalefet değil, tam aksine muvafakat diye anlatır. Zira nasslar insanların maslahatların temini için nazil olmuştur ama zaman başkalaştığı ve işler mahiyet değiştirdiği için aynı maslahatların sağlanması, nassın zahiri manasından ayrınılmasını gerektirmiştir. Şelebi, Ta’lilu’l-Ahkam, s,361Şelebi istihsan’ı anlatırken ele aldığı bu önemli konuda nassların varlığına rağmen icma -ki buradaki kasdı kamunun ortak vicdanı/kanaati demektir- zaruret, hafi kıyas, örf ve maslahat gibi gerekçelerle verilen hükümlerden örnekler sunar. Şatibi de ünlü Muvafakat adlı eserinde naslarla mübareze söz konusu olduğunda amellerin sonuçlarına bakarak maslahatın celbi mefsedetin def’inin öncelendiği açıkça ifade eder. Şatibi, Muvafakat, 4/206 Zira nassların doğrudan uygulanması maslahatı değil mefsedeti netice Kur’an, Hz Peygamber sas ve sahabi örnekliğine dayandırılarak kurucu imamlarla sistematize edilmeye başlanan ve tedvin asrı boyunca devam eden bu damar daha sonraları kesilmiştir. Damar derken kastım İslam’ın vurguladığı değerleri önceleyen ve katı bir biçimde uygulanan şekilcilikten kısmen uzak, meseleleri Allah’ın maksadı, insanların maslahatı ekseninde ele alıp içtihada geniş bir alan açan literatürde ashab’ı re’y veya Irak ekolü dediğimiz ekoldür. Bunun karşısında “Nasslar karşısında maslahatlara itibar edilmez” diyen ve sistemlerini bu anlayış üzerine bina eden ulema da vardır ki ehlinin malumu olduğu üzere onlara ashab’ı hadis/Hicaz ekolü metinler arası münasebet derken söz mecburen farklı bir mecraya kaydı ama meselenin daha iyi anlaşılması adına bir-iki paragrafla bile olsa bu ilave açıklamayı yapmayı zaruri gördüm. Bitirmeyi düşünmüştüm ama bitiremedim. Bağlam ve mesajı da bir sonraki yazıda ele alayım.
Medineweb Emekdarı Durumu Medine No 5587 Üyelik T. 05 Aralık 2008 Arkadaşları14Cinsiyet Memleketİstanbul Yaş33 Mesaj 2038 Beğenildi99 Beğendi0 Takdirleri62 Takdir Et Konu Bu Üyemize Aittir! İnsan Suresi İnişNüzul Sebebi Rivayetleri İnsan Suresi İnişNüzul Sebebi Rivayetleri İnsan Süresi Nüzul Sebebi Sûrenin nıekkî veya medenî oluşu ihtilaflıdır. İbn Yesâr ve Mukatil mekkî olduğunu söylemişlerdir. Bu. İbn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir. Mücahid ve Katâde'nin de içinde bulunduğu cumhur ise medenî olduğu görüşündedir. Hasen ve İkrime "'Öyleyse Rabbının hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkâra ve inkarcıya itaat etme." âyet 24 âyeti dışında Sûrenin mekkî ol*duğunu söylemişlerdir. Mâverdî ise Sûrenin, başından "Muhakkak ki Kurân'ı sana indiren Biziz Biz." âyet 23 âyetine kadar medenî, bundan sonrasının ise mekkî olduğunu nakleder.[1] Kurtubî, medenî olduğu ve Rahman Sûresinden sonra nazil olduğu görüşüne de yer vermiştir.[2] Âyetlerinin adedi, otuz birdir. [3] 8. "Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler." Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler 1- Hz. Ali ile ilgili rivayetler a- Ata, İbn Abbas'tan rivayet ederek şöyle dedi "Ali b. Ebî Talib, bir geceliğine bi*raz arpa karşılığında, bir hurma bostanını sulamak üzere kendisini ücretlendirmişti. Sabah olunca arpayı aldı ve onun üçte birini ekmek yapıp yemek için öğüttü. Ekmeğin pişmesi tamamlanınca bir fakir geldi. Pişen ekmeği çıkarıp ona verdiler. Sonra arpadan artakalan kısmın ikinci üçte birini öğüttü ve pişirdiler. Bu sefer bir yetim geldi. Onlardan yiyecek istedi. Onlar da pişirdiklerini ona yedirdiler. Sonra arpadan geriye kalan kısmı öğüttü. Pişirilme işi tamamlanınca müşriklerden bir esir geldi. Pişirilen ekmeği ona yedirdiler ve günlerini böylece geçirdiler. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu."[4] b- Mu'tezile müfessirlerinden olan Zemahşerî bu olayı tefsirinde biraz daha detaylı ve mübalâğalı bir şekilde şöyle anlatır İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor Hz. Peygamber sa'in mübarek torunları Hasan ve Hüseyin hastalanmışlar, Hz. Peygamber sa de yanında bazı kimselerle onları ziyarete gitmişti. Yanındakiler Hz. Ali'ye "Ey Ebu'l-Hasen, çocuklarının iyileşmesi için adakta bulunsan." demişler. Hz. Ali, hanımı Fâtıma ve cariyeleri Fidda, eğer çocuklar iyileşecek olursa üç gün oruç tutmayı adamışlar. Çocuklar iyileşmiş. Bunun üzerine adak*ları olan orucu tutmaya başlamışlar. Birinci gün iftar etmeleri için yanlarında yiyecek bir şeyleri de yokmuş. Hz. Ali Şem'ûn adında Hayber’li bir yahudiye gidip ondan üç sâ' arpa ödünç almış, getirmiş, Hz. Fâtıma onun bir sâ'ını öğüt*müş ve kendi sayılarına göre ondan beş ekmek yapmış. Tam oruçlarını açacak*larken kapıya bir yoksul gelmiş "Ey Muhammed'in ehl-i beyti, müslümanların yoksullarından bir yoksulum, bana yiyecek bir şey verin ki Allah da size cennet sofralarından ikram etsin." demiş. Önlerindeki ekmekleri o yoksula vermişler ve o gece sadece su. ile iftar ediç aç olarak yatmışlar, ertesi günü yitıe oruçlu ge*çirmişler. İftar zamanı Hz. Fâtıma ikinci sâ' arpayı öğütmüş, ondan ekmek yapmış, tam oruçlarını açacaklarken bu sefer kapıya bir yetim gelmiş. Onu ken*dilerine tercih ederek yiyeceklerini ona vermişler. Üçüncü günün akşamında da bir esir gelmiş ve aynısını yapmışlar. Ertesi sabah Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin'in ellerinden tutmuş ve Hz. Peygamber sa'in yanına gelmiş. Allah'ın rasûlü sa onları civcivler gibi açlığın şiddetinden titrer görünce "Sizde gördüğüm bu hal beni ne kadar üzdü!" buyurmuş. Kalkmış onlarla birlikte Hz. Ali'nin evine gel*miş, Fâtıma'yı mihrabında odasında açlıktan karnı sırtına yapışmış, gözleri içine çökmüş halde görünce buna da ayrıca üzülmüş. İşte bunun üzerine Cibrîl gelmiş ve "Ey Muhammed, bunları şu âyetleri al; Allah ehlin hakkında bura*dadır ve onlara yeter." buyurmuş ve ona bu âyet-i kerimeleri okutmuş[5] Ancak Alûsî bu rivayetin şîîler tarafından uydurulduğu kanaatindedir.[6] 2- Ensari ile ilgili rivayetler a- Beğavî, Mukâtil'den rivayetle bir günde hem yoksula, hem yetime ve hem de bir esire yemek yediren ensar'dan bir adam hakkında nazil olduğunu zikrederse de bu sahabinin adını vermez.[7] b- Hâzin ise ensardan Ebu'd-Dahdâh hakkında nazil olduğunu tasrih eder.[8] Buna göre Ebu'd-Dahdâh el-ensârî bir gün oruç tutmuş. İftar ede*ceği vakit bir yoksul, bir yetim ve bir esir gelmiş. Onlara üç ekmek vermiş, kendisine ve ailesine de bir ekmek kalmış işte bu âyet-i kerime onlar hakkında nazil olmuş.[9] c- Kurtubî'deki rivayette bu yoksul, yetim ve esirin öncelikle Hz. Peygamber sa'e gelerek ondan yiyecek istedikleri, Efendimiz sa'in de onlara "Yanımda size yedireceğim bir şey yok, fakat çıkın ve arayın." buyurduğu onların da sıray*la o ensârî'ye geldikleri ayrıntılarına yer verilmiştir. Bu ensârînin adı bir riva*yette de Mut'im ibn Varka' el-ensârî olarak verilmektedir.[10] Kurtubî bütün bu rivayetleri verdikten sonra şöyle der Sahih olan odur ki âyet-i kerimeler bütün iyilikseverler ve güzel amel işleyenler hakkında nazil olmuştur ve hükmü geneldir.[11] 3- Muhacirlerden yedi kişi hakkındaki rivayet "Onlar, yoksula, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler." âyet-i ke*rimesinin de içinde bulunduğu 5-18 âyet-i kerimelerinin Bedr gazvesinde esir alınanlara kefil olan muhacirlerden yedi kişi Ebu Bekr, Ömer, Ali, Zübeyr, Abdurrahman ibn Avf, Sa'd, Ebu Ubeyde hakkında nazil olduğu da söylenmiş*tir. İbn Asâkir'in Mücâhid'den rivayetinde o şöyle anlatıyor Hz. Peygamber sa Bedr'de esir alınanlarla birlikte Medine-i Münevvere'ye döndüklerinde Muhacirlerden yedi kişi bu esirleri infakta bulunarak onların karınlarını doyurmuşlardı. Bunlar Hz. Ebu Bekr, Ömer, Ali, Zübeyr, Abdurrahman, Sa'd ve Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh idiler. Bunun üzerine ensar "Biz onlarla Allah ve Rasûlü yolunda savaştık, siz ise nafaka ile onlara yardım ediyorsunuz." demiş*lerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Şüphesiz iyiler, kâfur katılmış dolu bir kâseden içerler." âyetinden başlıyarak "Orada bir pınardır ki Selsebîl adı verilir."e kadar olan âyetleri indirdi. Ancak Alûsî bu rivayeti de pek sahih bulma*maktadır.[12] 4- İbnu Cerîr'den Allahü Teâlâ'nın, “Ve esiran” kavli hakkında, İbnu Münzir anlattı “Nebi Aleyhisselâm, İslâm ehlini esir edici değildi. Ancak âyet, şirk ehlinin esirleri hakkında indirildi. Çünkü müşrikler onları azap içinde esir ediyorlardı. Onlar hakkında indirildi. Nebî Aleyhisselâm onlara iyilik ile hareket edilmesini emrederdi.” [13] 20. Nereye baksan orada bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. Îbnu'l-Münzir'in İkrime'den rivayetinde o şöyle anlatıyor Hz. Ömer bir gün Hz. Peygamber sa'in yanına girmiş. Efendimiz hurma dallarından örülmüş bir hasırın üzerinde uyumakta imiş ve hasırın izi yanına çıkmış. Hz. Ömer bunu görünce ağlamıya başlamış. Hz. Peygamber sa'in, kendisini neyin ağlat*tığını sorması üzerine şöyle demiş "Ey Allah'ın elçisi, Kisrâ'yı ve sahip olduğu hükümranlığı, Hürmüzü ve sahip olduğu hükümranlığı, Habeş kralını ve sahip olduğu hükümranlığı düşündüm, bir de sen Allah'ın elçisi iken dallardan örül*müş bir hasır üzerinde uyuduğunu gözümün önüne getirdim de ona ağladım." demiş. Hz. Peygamber sa "Ey Ömer, dünyanın onların, âhiretin de bizim ol*masına razı olmaz mısın?" buyurmuş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Nere*ye baksan orada bir nimet ve büyük bir mülk görürsün." âyet-i kerimesini in*dirmiş.[14] 24- O halde sabret Rabbinin hükmünü vermesi için de, itaat etme onlardan bir âsime veya nanköre Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler 1- Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Katâde'den rivayetine göre bir gün Ebu Cehl "Eğer Muhammed'i Ka'be'de namaz kılarken görecek olursam mutlaka boynuna basacağım." demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[15] 2- Bu âyet-i kerimenin, peygamberlik davasından vazgeçmesi mukabilinde "Biliyorsun benim kızlarım Kureyş'in en güzel kızlarıdır. Senden mehir istemeden seni kızımla evlendireyim bu işten vazgeç." diyerek Hz. Peygamber sa'i kızlarından biriyle evlendirmeyi va'deden Utbe ibn Rabîa. [16] 3- "Bu yaptığını eğer mal için yapıyorsan sana malımdan sen razı oluncaya kadar vereyim, bu işten vazgeç." diyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[17] ========================= [1] İbnu’l-Cevzî, age. VIII,427. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/927. [2] Kurtubî, age. XXX,77. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/927. [3] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi 2/700. [4] Senedi yoktur. İbn Merdeveyh ed-Dürr 6/299'da zikretmiştir. Vahidî, age. s. 322. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık 375. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/927. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları 15/272. [5] Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 197; Râzî, age. XXX,244. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/927-928. [6] Bak Alûsî, age. XXIX, 157. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/928. [7] Meâlimu't-Tenzîi, IV, 428. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/928. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları 15/272. [8] İbnu'l-Cevzî, age. dipnot. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/928. [9] İbnu'l-Cevzî, age. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/928. [10] Kurmbî, age. XIX,85. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/928. [11] Kurtubî, age. XIX,85. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/928. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları 15/273. [12] Alûsî, age. XXIX, 155. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/927-929. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları 15/272. [13] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi 2/700. [14] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II,190. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi 2/701. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/929. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları 15/281. [15] Taberî, age. XX1X,138; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,190-191. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi 2/702. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/928. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları 15/289. [16] İbnu'l-Cevzî, age. VIII,441; Kurtubî, age. XIX,97. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/929. [17] İbnu'l-Cevzî, age. VIII,441; Kurtubî, age. XIX,97. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları 2/929.
YORUM AHMET KURUCAN İki haftalık aradan sonra ayetlerin manası nüzul sebebi metin içi ve metinler arası münasebeti, bağlamı ve mesajı başlıklı yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. Yayınlanan yazımda bu kavramların hepsinin Allah’ın maksadını doğru anlamada çok büyük öneme sahip olduğunu söylemiş, ilk üçü üzerinde kısaca durmuş ve metinler arası münasebete gelmiştik. Metinler arası münasebet; savaş esirlerine davranış tarzı ile alakalı Kur’an’da iki tane ayet vardır. İlki Enfal suresinde. Şöyle diyor Allah “Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip, ezici bir üstünlük sağlayıp hakim hale gelmedikçe, hiçbir peygambere esir alması ve esirleri fidye karşılığı serbest bırakması yakışık almaz. Ey müminler. Siz belli ki fidye ve ganimet gibi gelip geçici dünya menfaatlerini istiyorsunuz. Halbuki Allah ahiretteki mükâfata nail olmanızı ve bu mükâfat için çalışmanızı istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 8/67 İkinci ayet ise Muhammed suresinde. Orada da şöyle buyuruyor Allah “O kafirler/müşriklerle savaşta karşı karşıya geldiğinizde onları ezip geçin. Size karşı direnme güçlerini tamamen kırıp onları etkisiz hale getirdiğinizde sağ kalanları esir alın. Daha sonra onları ister karşılıksız ister fidye karşılığında serbest bırakabilirsiniz. Böyle yapın ki onların bir daha sizinle savaşacak hal ve mecalleri kalmasın. Evet, yapılması gereken budur. Gerçi Allah dileseydi onları savaşsız da cezalandırırdı. Fakat O, birbirinizle savaşmanızı takdir ederek sizi sınamak böylece hem sizin samimiyet ve sadakatinizi hem de gücünüz karşısında müşrikleri hor ve hakir hale düşmesini gözler önüne sermek istedi. Allah kendi yolunda savaşanların gayretlerini asla boşa çıkarmayacaktır.” 47/4-5 Ne görüyorsunuz bu iki ayet arasında? Net konuşalım, savaş esirlerine davranış şekli, muamele tarzı adına birbiri ile çelişen iki ayrı beyan, iki ayrı hüküm? İlkinde yeryüzünde hâkim hale gelinceye kadar esir almanız ve fidye karşılığı salmanız yakışmaz; ikincisinde aynı amaç adına esir alın, isterseniz fidye karşılığı salıverin. Allah’ın kendi beyanında kendisi ile çelişmesi söz konusu olmayacağına göre, bu durum nasıl izah edilebilir? Ayeti nazil olmuş olduğu tarihi zeminden kopartıp literal bir okuma yaparsanız bu çelişkiyi izah edemezsiniz. Ama ilk ayetin Bedir, ikinci ayetin Hayber sonrası siyasi, askeri, dini, ekonomik arka plan şartlarının birbirinden farklı olduğu zamanlarda nazil olduğunu, mitolojik değil tarihsel ve toplumsal bir gerçekliğe çözüm olarak beyanda bulunduğunu, esirlere yönelik her iki muamele tarzının devrin cari uygulamaları ile kesiştiğini, hatta ikinci ayette esirleri öldürme seçeneğinin kaldırıldığını öğrenince meselenin çelişki değil, birbirini tamamlayan hatta esirlere muamele tarzında daha insanı adımlar atıldığını görebilirsiniz. Bunun için yapılacak şey yukarıda örneğini ve kısa açıklamasını gördüğümüz gibi ayetlerin ilk muhataplarına nazil olduğu o tarihi zeminde ne dediğini anlamaktan geçer. Çok defa ifade ettiğim gibi eğer ayetleri -sadece ayetleri de değil hadisleri de, İslam alimlerinin hukuki görüşlerini de hatta sıradan insanların herhangi bir meselede söylediği sözleri de- söylendiği tarihi zeminden kopartırsanız, o sözlere her türlü anlamı yükleyebilir, o anlam üzerinden her türlü yorumu yapabilirsiniz. Ama unutmamalı, bu defa konuşan siz olursunuz, Allah, Hz. Peygamber veya o söz sahibi değil. İkinci misal, daha önce bu sayfalarda yayınlanan cihat yazılarımda ifade ettiğim bir gerçek. Kur’an’daki cihat, kıtal, katl, harb ile alakalı ayetleri nazil olduğu tarihi zeminden kopartıp mutlak bir metin olarak değerlendiren bazı ulema, seyf/kılıç ayeti diye adlandırılan Tevbe süresi 5. ayeti ile gayri müslimlerle Müslümanların tabii haklara, din ve ifade özgürlüğüne sahip eşit bireyler olarak birlikte yaşamalarını ifade eden bütün ayetlerin nesh olduğunu, hükmünün ortadan kaldırıldığını söylüyor. O yazılarda 5’li bir tasniften bahsetmiştim. İsteyenler tekrar bakabilir. Allah rahmet eylesin Suriye’li büyük alim Said Ramazan el-Buti’de aynı çerçevede 4’lu bir tasniften söz eder. Ona göre gayri müslimlerle savaşmada 4 dönem olmuştur. İlki, Mekke’nin ilk yıllarında gizli davet. İkincisi, yine Mekke’de savaşsız açık davet. Üçüncüsü, Medine’nin ikinci yılından Hudeybiye’ye kadar savaşlı açık davet. Dördüncüsü; iman etmeleri için savaş. Delil Müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Ve emsali ayetler. Ne görüyorsunuz yukarıdaki iki tasnifte? Bir; savaş tek boyutlu olarak ele alınmış. O boyut ise sadece din ve dine davet. İkincisi, “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün” ayeti ile diğer ayetlerin hükmü ortadan kaldırılmış. Üç, dört, beş daha birçok yorumu sıralayabilirsiniz. Sıralayacağınız bu hususlar yukarıda zikrettiğimiz müslümanlarla gayri Müslimlerin birlikte yaşamaları için zemin oluşturan, özgürlük, adalet, eşitlik vb. temalarına vurgu yapan yüzlerce ayettir. Dolayısıyla seyf/kılıç ayeti eğer bu ayetlerin tümünün hükmünü ortadan kaldırmışsa birbirine zıt iki ayrı anlamlar içeren ayetlerle karşı karşıyayız demektedir. Nasıl aşacağız bunu? Esir ayetlerinde dediğim gibi ayetlerin nüzul toplumu şartlarında ilk muhataplarına ne dediğini anlamakla işe başlayacağız. Nitekim alimlerimiz daha çok erken dönemlerden itibaren bunun farkında olduğu için söz konusu karışıklığı aşabilmek adına birçok usul geliştirmişlerdir. Anlam yöntemi diyebileceğimiz usul/metodoloji ilminde ortaya koydukları umum-husus, mutlak-mukayyed, mücmel-mufassal, hakikat-mecaz, muhkem-müteşabih, te’vil, tehir, nesh, istihsan, maslahat ve daha nice kavram evvelemirde bu zihni karışıklığı ve çelişki gibi gözüken hususları sonlandırabilmek, Allah’ın maksadını daha iyi anlayabilmek ve uygulayabilmek için üretilmiş metodlardır. Hatta ulemamız bu metodların ayetlere tatbikinde öyle noktalara varmıştır ki bazen nasslar maslahatlar karşısında tahsis dahi edilir demişler ve hükmü de ona göre vermişlerdir. Belki bir başka yazı dizisinin konusu olan bu hususu şimdilik bir kenara bırakalım ama yeri gelmişken Şelebi’den bir iktibasta bulunayım. Şelebi Ta’lilu’l Ahkam’ında özellikle Hanefilerin nassları maslahatlara binaen tahsis etmelerinin şer’i naslara, ayetlere, hadislere muhalefet değil, tam aksine muvafakat diye anlatır. Zira nasslar insanların maslahatların temini için nazil olmuştur ama zaman başkalaştığı ve işler mahiyet değiştirdiği için aynı maslahatların sağlanması, nassın zahiri manasından ayrınılmasını gerektirmiştir. Şelebi, Ta’lilu’l-Ahkam, s,361 Şelebi istihsan’ı anlatırken ele aldığı bu önemli konuda nassların varlığına rağmen icma -ki buradaki kasdı kamunun ortak vicdanı/kanaati demektir- zaruret, hafi kıyas, örf ve maslahat gibi gerekçelerle verilen hükümlerden örnekler sunar. Şatibi de ünlü Muvafakat adlı eserinde naslarla mübareze söz konusu olduğunda amellerin sonuçlarına bakarak maslahatın celbi mefsedetin def’inin öncelendiği açıkça ifade eder. Şatibi, Muvafakat, 4/206 Zira nassların doğrudan uygulanması maslahatı değil mefsedeti netice verecektir. Maalesef Kur’an, Hz Peygamber sas ve sahabi örnekliğine dayandırılarak kurucu imamlarla sistematize edilmeye başlanan ve tedvin asrı boyunca devam eden bu damar daha sonraları kesilmiştir. Damar derken kastım İslam’ın vurguladığı değerleri önceleyen ve katı bir biçimde uygulanan şekilcilikten kısmen uzak, meseleleri Allah’ın maksadı, insanların maslahatı ekseninde ele alıp içtihada geniş bir alan açan literatürde ashab’ı re’y veya Irak ekolü dediğimiz ekoldür. Bunun karşısında “Nasslar karşısında maslahatlara itibar edilmez” diyen ve sistemlerini bu anlayış üzerine bina eden ulema da vardır ki ehlinin malumu olduğu üzere onlara ashab’ı hadis/Hicaz ekolü denilmektedir. Farkındayım metinler arası münasebet derken söz mecburen farklı bir mecraya kaydı ama meselenin daha iyi anlaşılması adına bir-iki paragrafla bile olsa bu ilave açıklamayı yapmayı zaruri gördüm. Bitirmeyi düşünmüştüm ama bitiremedim. Bağlam ve mesajı da bir sonraki yazıda ele alayım. Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Ehlader Araştırma Bölümü Dr. Samed Abdullahi Abid Özet Nüzul sebepleri hakkında kitap yazmak eski zamanlardan beri olagelmiş bir durumdur. Zira Ehlibeyt ve Ashab kanalıyla rivayet edilen nüzul sebepleri, ayetlerin anlaşılmasında büyük rol oynamıştır. Esbab-ı nüzul ve tefsir kitaplarında yer alan konulardan biri, İnsan Suresi’nin ilk ayetlerinin infak hadisesinden sonra Hz. Ali Hz. Fatıma ve Fizze hakkında nazil olduğudur. Şiî ve Ehlisünnet’in neredeyse tamamı konunun özü hakkında görüş birliğine sahiptir. Yalnızca bazıları söz konusu surenin Ehlibeyt hakkında olmadığını beyan etmek için Mekke’de Müslümanların esir sahibi olma gücüne sahip olmamasına rağmen İnsan Suresi’nin Mekkî olduğunu iddia etmiştir! Konu hakkında asıl görüş ayrılığıinfak hadisesinin detaylarıyla alakalıdır. Zira bazı rivayetler infak olayının Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in iyileşmelerinin ardından Ehlibeyt’in adağını yerine getirmesi, üç akşam iftarlıklarını yetim, esir ve miskine vermesi ve sadece su ile iftar ederek aç yatmalarına karşılık kendilerine semavi bir sofranın mükâfat olarak bahşedildiğini nakleder. Bu tür rivayetlerin muttasıl bir senedi yoktur ve delalet noktasında zayıftırlar. Ancak Ali b. İbrahim’in tefsirinde beyan ettiği noktanın muvassak ve sahih senetle ve mürsel şekilde nakledilmiş olması mümkündür. Bu rivayet Ehlibeyt’in adağına, orucuna ve bir akşamlık özel bir helva ile yapılan infakına işaret eder, bundan fazlasına değil. Bizim konu hakkındaki görüşümüz şudur; Bazı anlatı şekilleri, kendi akıllarınca Ehlibeyt'in faziletlerine arttırmak için hadiseyi kanatlandırarak garip hale getirmek isteyen masalcı ve aşırıcı ravilerin ürünüdür. Giriş Esbab-ı nüzulve esbabı vurudi'l hadis,ayetlerin ve rivayetlerin anlaşılması konusuyla doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle âlimler uzun zaman önce bu konu üzerine yoğunlaşmış ve bu alanda Esbab-ı Nüzul Vahidî ve Esbab-ı Nüzul Süyûtî gibi bağımsız kitaplar yazmışlardır. Ayrıca Zemahşerî'nin Keşşaf Tefsiri ve Tabersî'nin Mecma'ul Beyan Tefsiri gibi nakli ve gayri nakli tefsir kitapları da ayetlerin nüzul sebeplerine değinerek ilahi mesajların açıklanmasına yardımcı olmuşlardır. Nüzul sebeplerinden bazıları, bir veya birkaç kişinin faziletleriyle ilgilidir. Bunların arasında Velayet Ayeti Maide-55, Münacat Ayeti Mücadele-7 ve İtam Ayeti İnsan 7 ila 12 gibi Ehlibeyt’in faziletlerini beyan eden ayetler vardır. Bu makalede, bazı rivayetlerin hadisenin aslına yaptığı eklemeler dışında hem Şiî hem de Ehlisünnet’in neredeyse tamamının üzerinde fikir birliği sağladığı İnsan Suresi’nin nüzul sebebiyle irtibatlı rivayetleri inceleyeceğiz. Bu surenin Medeni olduğu, surelerin nüzul zamanı araştıran kitapların incelenmesiyle ortaya çıkar ve sureyi Mekkî olarak sınıflandırmak ise yalnızca Ehlibeyt'e karşı taassup ve düşmanlığın göstergesidir. Surenin Medenî olduğunu ispat ettikten sonra, tefsir ve esbab-ı nüzul kitaplarında genel olarak ifade edilen hadisenin aslını ele alacağız; Bazıları bu sure yalnızca iftarlarını kendi nefislerine tercih ettikleri; miskin, yetim ve esire infak eden Ehlibeyt’in fazileti hakkında olduğunu söyler. Ehlibeyt’in iftarlıkları olan helvayı tek bir akşam miskin, yetim ve esire verdiğini söyleyen ikinci gruptaki rivayetler. Yukarıdaki bilgilere ilaveten Hz. Ali’nin bir Yahudi’den borç alması, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adakta bulunması ve oruç tutması ki en fazla 4-5 yaşlarındaydılar, infak olayının üç akşam tekrarlanması, su ile iftar vb. konuları ele alan ve ileride inceleyeceğimiz üçüncü gruptaki rivayetler. Ehlibeyt’in gerçek çehresini aşırıcıların ve muhaliflerin sözlerinden arındırmak ve doğru bir şekilde yansıtmak için yukarıdaki konuları iki eleştiri ile inceleyeceğiz. İnsan Suresi Mekkî midir Medenî midir? Bazıları İnsan Suresi’nin tamamını Mekkî kabul ederken bazıları ise Medenî kabul eder. Bazıları [1]Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre itaat etme» ayeti dışından tüm surenin Medenî olduğunu söyler. Ancak bizim görüşümüz surenin tamamının Medenî olduğudur. İnsan Suresi’nin Medenî olduğunun delillerinden bazıları şunlardır 1. Tabersî, Ehlibeyt ve Ehlisünnet kanalıyla birçok rivayet derlemiş ve bu rivayetlerin neredeyse tamamının tefsir ehli nezdinde kabul gördüğünü beyan ettikten sonra surenin tamamının Medenî olduğunu ispat etmek için nüzul rivayetlerini sıralayarak ki Dehr Suresi,Medenî sureler arasında yer almıştır muteber senetlerle zikretmiştir.[2] Ancak Abdullah b. Zubeyr gibi bu faziletin Ehlibeyt’e ithaf edilmesini istemeyen isimler Mekke’de esirin olmaması gibi bir konudan gaflet ederek ısrarla bu sureyi Mekkî tanıtmaya gayret etmişlerdir.[3] Mücahid b. Cebr ve Katâde b. Diâme, tabiinden İnsan Suresi’nin tamamının Medenî olduğunu açıkça belirtmiş ancak diğerleri tafsile kail olmuştur.[4] Hafız Hasakanî şöyle der; “Nasibilerden bazıları, müfessirlerin tamamının ittifakıyla bu surenin Mekkî olduğu iddia etmiştir.” Hasakanî, söz konusu iddiaya cevap olarak; “Müfessirlerin büyük çoğunluğu bu surenin Medine’de nazil olduğuna inanıyorken, bu konuda fikir birliği olduğunu nasıl olur iddia ediyorlar?” der. Hasakanî daha sonra Ehlibeyt İmamları’ndan surelerin nüzul sırasını beyan eden nasları zikreder ki, tamamında İnsan Suresi’nin Medine’de Talak Suresi’nden önce Rahman Suresi'nden ise sonra nazil olduğunu beyan edilmiştir.[5] Tabersî’nin, Mecmeu'l-Beyan’daki tahkikinin ve diğer müfessirlerin yapmış olduğu araştırmaların sonucu da bu doğrultudadır. En önemli nokta ise, Kur’an’ın inişiyle ilgili tüm rivayetlerin bu sureyi Medenî sure olarak tanıtması ve hatta tek bir rivayetin dahi bu görüşe aykırı görüş belirtmemesidir.[6] Ayrıca Seyyid Şubber, bu sureyi Mekkî kabul etmenin aslında sahih nakilleri yalanlamak olduğunu söylemiştir.[7] Süyûtî, Beyhakî'nin Delail'il-Nübüvve kitabından İkrime ve Hüseyin b. Ebil Hasan senediyle Mekkîve Medenî sureleri rivayet ederken İnsan Suresi’ni Medenî sureler arasında Talak Suresi’nden önce Rahman Suresi’nden sonra zikretmiştir.[8] Yine aynı konuyu İbn Zeris’in Fezâilü'l-Kur'ân kitabından Abdullah b. Abbas senediyle nakleder.[9] el-Mizan Tefsiri’nin sahibi, ed-Dürrül Mensur’dan İbn Zeris ve İbn Merdeveyh'den yine İbn Beyhakî, Abdullah b. Abbas’tan İnsan Suresi’nin Medine’de nazil olduğunu rivayet etmiştir. Ayrıca İbn Merdeveyh, Abdullah b. Abbas’tan ayetin[10] Hz. Ali ve Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma hakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir. Allame Tabatabai, “Ayetlerin siyakı dikkate alındığında surenin tamamının Medenî olduğunu anlaşılır” diye ekler.[11] İnsan Suresi’ndeki ayetlerin siyakı özellikle de Onlar adaklarını yerine getiriler» ve Sevdikleri yiyeceklerden yedirirler» ayetleri, vuku bulmuş gerçek bir olayı anlatır. Hayır sahiplerinin eliyle rızıklananlar arasında bir esirin de olması bu ayetlerin Medine’de nazil olduğunun en açık kanıtıdır. Çünkü Müslümanların Mekke’de esir sahibi olma gücü yoktu.[12] Nüzul Sebebi Hakkındaki Rivayetler Bu sureye ilişkin rivayetler farklı şekilde nakledilir. Şiî ve Ehlisünnet, bu ayetlerin Hz. Ali Hz. Fatıma Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında nazil olduğunu, kendi iftarlıklarını yetim, miskin ve esire ikram ettiklerinden Allah’ın yapılan iyiliği bu ayetlerle yâd etmek için bu sureyi onlar hakkında nazil ettiğini ve bunun kendisinin surenin Medenî oluşunun delili olduğunu söyler.[13] İnfakın Bir Gün İçinde Yapıldığı Yönündeki Rivayetler İnfakın niteliği ve ne olduğu hakkında farklı rivayetler nakledilmiştir. Birinci Nakil Rivayetlerden bazıları Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın kendi yemekleri olan helvayı miskin, yetim ve esire verdiğinden söz ederken hadisenin peş peşe üç gün yaşandığına değinmezler. Bu rivayetlerden birisi, Ali b. İbrahim Kummî’nin kendi babasından, babasının ise Abdullah b. Meymûn Kaddâh’dan Eba Abdullah’ın şöyle buyurduğunu naklettiği rivayettir; “Hz. Zehra’nın evinde bir miktar arpa vardı. Onunla Aside bir helva çeşidi hazırlayarak iftar masasına koydu. O esnada bir miskin geldi ve şöyle dedi -Allah size rahmet etsin! Allah’ın size verdiği rızıktan bize verin. Ali yerinden kalkarak yemeklerinin üçte birini ona verdi. Bir süre sonra kapıya bir yetim geldi ve şöyle dedi -Allah size rahmet etsin! Allah’ın size verdiği rızıktan bize verin. Ali yerinden kalktı ve yemeklerinin üçte biri daha ona verdi. Kısa bir sonra kapıya bir esir geldi ve şöyle dedi -Allah size rahmet etsin! Allah’ın size verdiği rızıktan bize verin. Ali iftarlıklarından geriye kalan miktarı esir verdi ve helvadan hiç tatmadılar. Bunun üzerine, Allah bu sureyi …çabalarınız karşılığını bulmuştur.» ayetine kadar Müminlerin Emiri hakkında nazil etti. Vebu fazilet, benzeri davranışta bulunan her mümin için caridir."[14] Rivayetin İncelenmesi Bir rivayetin doğru veya yanlış olup olmadığının incelenmesindeki ilk adım, rivayetin senedinin incelenmesidir. Mezkûr rivayette, her üç ravinin de güvenilir oldukları onaylanmıştır. Ali b. İbrahim, Necaşî tarafından onaylanmıştır.[15] Şeyh Tusî, Ali b. İbrahim’i İmam Hâdi’nin dostlarından kabul etmiştir.[16] Yine Necaşî ve Şeyh Tusî, Ali b. İbrahim’in babası İbrahim b. Haşim’i, Yunus b. Abdurrahman’ın öğrencilerinden ve İmam Rıza’nın dostlarından kabul etmiştir.[17] Allame Hillî ise onun hakkında şöyle yazmıştır. “Takipçilerimiz arasında onu kınayan ve tadilinden söz eden birisine nedenle rivayetleri çok, tercih edilen ve makbuldür.”[18] Ali b. İbrahim’in güvenilir olduğunun bazı delilleri sunulmuştur Ali b. İbrahim’in oğlu kendi tefsir kitabının başlarında naklettiği şeylerin güvenilir kanallar yoluyla kendisine ulaştığını söylemiş ve babasından nakilde bulunmuştur.[19] Seyyid İbn Tavus, Ali b. İbrahim’i rivayet naklettiği raviler arasında göstermiş ve “Bu hadisin tüm ravileri güvenilirdir” demiştir.[20] Ali b. İbrahim, Kum halkı arasında hadisi kabullenemeyen insanlar olmasına rağmen Kufelilerin hadisini nakleden ilk isimdi. Eğer onun güvenirliğinde bir şüphe olsaydı ondan rivayet nakletmez ve naklettiği rivayeti kabul etmezlerdi.[21] İbrahim b. Hişam, Kamil-uz Ziyarat’ın senetleri arasında yer almış ve İbn Kavliyye, İmam Muhammed Bakır’a kadar dayanan senetlerin tamamının güvenilir olduğuna şehadet emiştir.[22] Senette Ali b. İbrahim’den sonraki isim, Şeyh Tusî’nin İmam Sadık’ın dostlarından saydığı[23] Necaşî’nin ise güvenilir biri olarak tanımladığı[24]Abdullah b. Meymûn Kaddâh Mekkî’dir. Dolayısıyla bu rivayetin senedindeki herkes güvenilirdir. Rivayetin metni hakkında da birkaç konuya işaret etmekte fayda vardır İftarlığın hazırlanmasında kullanılan arpa Yahudi komşudan borç alınmamıştır. Bu rivayet, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adağına ve orucuna işaret etmiyor. Hz. Zehra ekmek pişirmemiş bir çeşit helva hazırlamıştır. Bu nedenle Ehlibeyt'in en iyi yemekleri olan helvayı aynı gün içerisinde ancak üç farklı zamanda miskin, yetim ve esire verip kendilerinin ise sade ekmek yemiş olabilmeleri mümkündür. Zira rivayetin devamında “helvadan tatmadılar” cümlesi hiçbir şey yemedikleri anlamına gelmez. Ayetin asıl nüzul sebebi Ehlibeyt’in infakıdır ancak bu fazilet benzeri davranışta bulunan her mümin için geçerlidir. Furât el-Kûfî, Muhammed b. Ahmed b. Ali Hemedanî’den o da, Cafer b. Muhammed b. Alevi’den o da, Muhammed b. Muhammed b. Abdullah’tan o da, Kelbî’den o da, Ebi Salih’ten o da, Abdullah b. Abbas’tan şöyle nakleder “Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler»[25] ayeti, ellerindeki üç ekmeği miskin, yetim ve esire ikram ederek aç uyuyan Hz Ali ve Fatıma Hz. hakkında nazil olmuştur."[26] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Senet açısından; Hamedanî ve Muhammed b. Muhammed meçhuldür. Muhammed b. Alevi ise Şeyh Tusî tarafından “az rivayet eden” olarak tanıtılmıştır ki el-Ukberî ondan rivayet nakleder.[27] Diğer raviler ise Ehlisünnettir. Furât el-Kûfî, Ali b. Bâbeveyh'in şeyhlerindedir ve Şeyh Saduk ondan fazlaca rivayet nakletmiştir. Allame Mamakanî şöyle der “Şeyhin Vesailu'ş-Şia’daki ve Allame Meclisi’nin ise Bihar'ul Envar’daki rivayetlerinin zahiri ve Şeyh Saduk ile diğerlerinin yaklaşımı Furât el-Kûfî’ye itimat ettiklerinin Meclisi Bihar’ul Envar’da, “Her ne kadar âlimler onun hakkındaki övgü ve kınamalara itiraz etmese de onun hadisleri ile bizim elimize ulaşan muteber hadislerin uyuşması ve rivayetlerin naklindeki hassasiyeti onun güvenilir olduğu yönünde hüsnü zan doğurabilir.” demiştir. Allame Mamakanî sözlerine şöyle devam eder; “Onun önemli konumunun en basit belirtisi ona karşı duyulan yüksek hüsnü zandır. Zira 1. Ali b. Babeveyh'in üstatlarındandır. 2. Şeyh Saduk, Şeyh Hürr’ü Amulî ve Allame Meclisi ondan rivayet nakletmiştir."[28] Mezkûr rivayetten aşağıdaki sonuçlar çıkar Bu rivayette de Yahudi komşudan borç alma konusuna değinilmemiştir. Üç farklı günde yapılan infaka işaret edilmemiştir. Helva yerine 3 ekmek zikredilmiştir. Ancak Ali b. İbrahim’in naklettiği rivayetin senet açısından daha güçlü olmasından dolayı infakın helva olduğunu söyleyen rivayet tercih edilir. Bu rivayet, Ali b. İbrahim’in naklettiği rivayetinin aksine “Aç uyuduklarına” işaret ediyor. Ancak senedin zayıf olması nedeniyle aç uyudukları konusu ispat edilmez. İspat edilen tek şey, Ali b. İbrahim'in rivayetine göre infaktan hiçbir şey yemedikleridir ki o da helvadır. Bu rivayet de Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adağına ve orucuna işaret etmiyor. Üçüncü Nakil Semerkandî, bu ayetin Ali b. Ebu Talib ve Hz. Fatıma hakkında nazil olduğunu söyleyerek olayı şöyle nakleder “Ali b. Ebu Talib ve Fatıma oruç tutuyordu ve sadece o gün yetecek kadar yiyecekleri vardı. Aniden kapılarını bir sâil dilenci çaldı. Yiyeceklerinin bir miktarını ona verdiler. Sonra bir yetim geldi ve ona da biraz yiyecek verdiler. Daha sonra da bir esir geldi ve geri kalan yiyeceklerini de ona verdiler. Allah da onları methederek bu ayeti inzal buyurdu.” Semerkandî, bu ayetin Ensar'dan birisi hakkında nazil olduğunu söyleyen rivayeti zayıf kabul eder.[29] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Bu rivayet mürsel bir şekilde nakledilmiştir. Fakat Ali b. İbrahim'in sahih rivayeti ve senedi ile herhangi bir çelişki yaratmadığı için kabul edilir. Furât el-Kûfî, başka bir yerde Cafer b. Muhammed b. Fezarî kanalıyla İbn Abbas’tan şöyle rivayet eder Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler» ayeti, Ali b. Ebu Talib eşi Fatıma ve hizmetçileri hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki Onlar, Hz. Peygamberi ziyaret ettiklerinde Hz. Peygamber onların her birine 3 kilo yiyecek verdi. Eve döndüklerinde bir sâil geldi ve yardım istedi. Ali yiyeceğini ona verdi. Sonra komşularından bir yetim geldi ve Muhammed'in kızı Fatıma kendi yemeğini ona verdi. Bunun üzerine Ali eşi Fatıma’ya şöyle dedi Peygamber Allah’ın şöyle buyurduğunu söylemişti “Andolsun izzet ve celalime ki, Allah’ın kendilerine cennette istediği yerde mesken verdikleri dışında hiç kimse bu dünyada yetim ağlamasına mani olmaz.” Bir müddet sonra bir esir gelip yiyecek talep etti ve Ali hizmetlileri Sevda'ya emretti, o da yemeğini esire verdi. Bunun üzerine Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler. Biz,sizi sadece Allah’ın rızası için doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık istiyoruz ne de teşekkür» ayeti nazil oldu."[30] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Necaşî, Fezari’yi hadiste zayıf kabul etmiştir.[31] Şeyh Tusî, onu güvenilir olarak vasıflandırmasına rağmen bazılarının onu zayıf kabul ettiğine de dikkat çekmiştir. Fezarî aynı zamanda Hz. Mehdi’nin doğumuyla alakalı garip şeyler nakletmiştir.[32] Ayrıca, bu rivayet bir önceki rivayetin metninden farklıdır ve rivayete göre Peygamber her birine 3 kilo yiyecek vermiştir. İkincisi; bu rivayette Hz. Ali kendi payını sâil’e Hz. Fatıma ise komşularından bir yetime veriyor. Daha sonra bir esir geliyor ve Hz. Ali hizmetlisine payını esire vermesini emrediyor. Hz. Ali’nin hizmetlisine payını bağışlamasını emretmesi uzak bir ihtimaldir. Dördüncü Nakil Vahidî, Atâ’dan o da İbn Abbas’tan nakleder ki; “Hz. Ali bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı sulamıştı. Sabah olunca arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın üçte birini öğütüp hazîra un, süt ve yağla hazırlanan bir yemek denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra arpanın ikinci üçte birini öğütüp yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi ve onlarda yemeği yetime verdiler. Arpadan geriye kalan son üçte biri öğütüp tekrar yemek yaptılar. Yemek piştiğinde müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler.”[33] Vahidî’den aynı rivayeti nakleden Erbilî şöyle devam eder “Allah, onların iyi ve halis niyetlerini bildi ve onlar hakkında bir ayet inzal etti… Onların infakına karşılık cennet bahçeleri bahşetti ve Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler.» diye buyurdu.[34] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Bu rivayette mürsel olmasına rağmen, Ali b. İbrahim’in sahih ve senetli olarak naklettiği rivayetle uyum gösteriyor. Sonuç İnfakın bir gün içinde olduğunu söyleyen rivayetler grubu ve Ali b. İbrahim’in senetli olarak naklettiği konu kabulümüzdür. Ancak Yahudi komşudan arpa ödünç almak,Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adağı ve oruç tutması gibi konuların anlatıldığı mürsel veya zayıf ya da meçhul kanalla nakledilen rivayetler kabulümüz değildir. Çünkü Hz. Ali gibi bir şahsın bir Yahudi’den borç alması doğru olmamakla birlikte Medine'deki Yahudilerin varlığı sabit olmuş bir konu değildir. O günlerde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin henüz 5-6 yaşındaydı ve bu yüzden adak, oruç ve sonrasında onları aç bırakmak caiz değildir. Ehlibeyt, aç uyumamış yalnızca hazırladıkları özel helvadan tatmamıştır. [1]İnsan Suresi -24. ayet [2]Ulum-i S. 80 Tabersi, Şevahid-üt Tenzil [3]Dürrül Mensur [4]Ulum-i Kuranî [5]Şevahid-üt Tenzil [6]Amuzeşi Ulum-u Kuran Mecme'ul Beyan [7]Tefsir-i Kur’an-ı Kerim [8]el-itkan fi Ulumi'l Kur'an [9] [10]Onlar, sevdikleri yiyeceklerdenyedirirler [11]El-Mizan [12]El-Mizan [13]Et-Tibyan Ed-Dürrül Mensur Esbabı Nüzul S384 [14]KummîTefsiri [15]Rical-i Necaşî [16]Rical-i Tusi [17]Rical-i Necaşî El-Fihrist Tusi [18]Hulasatu’l-Akval [19]Mucemu'l Ricali Hadis [20]Felahus-sail [21]Mucemu'l Ricali Hadis Hulasatu’l-Akval [22]Kamil-uz Ziyaret [23]Rical-i Tusi [24]Rical-i Necaşî [25]İnsan Suresi - 8 [26]Furât el-Kûfî Tefsiri [27]Rical-i Tusi [28]Tenkihul-Mekal [29]Semerkandî Tefsiri [30]Furât el-Kûfî Tefsiri [31]Rical-i Tusi C. 1 [32]Rical-i Tusi [33]El-Vasit fi Tefsiri'l-Kur'ani'l-Mecid [34]Keşfü'l-Gumme
insan suresi 8 ayet nüzul sebebi